O ACIR, O KURTARABİLİRDİ SENİ
Sessizce oturmuştum sahile paralel uzanan kumsalda. Bir elimde dumanı halkalar şeklinde yükselip, havayla münasebetinde yok olan sigaram; diğer avucumda ise kum zerrecikleri... Yumduğum elimi hafifçe aralayıp zerreciklerin bir ip misali boşalmasını izliyordum avucumun içinden.
Kulağımı flüt nağmeleri okşamaya başladı bir anda, yumuşacık bir hanımeli gibi. Öyle ki inandırıyordu insanı masumiyetin varlığına. Bakıyordum etrafıma kim çalıyor, nereden geliyor bu ses, diye. Göremiyordum. Gaybdan mı geliyordu bu nağme yoksa?
Tüm benliğimle gerçek olduğunu hissediyordum bu sesin. Sahi neydi ki gerçek dediğin? Bir dizi yalandan başka…
Yaşadıklarım yıpratıyordu beni anbean, günbegün... Çekiyordum bu çileyi bir mıknatıs gibi kendimi bildim bileli. Etrafımda kara bulutlar dolaşıyordu sanki; birazdan karabasan gibi çöküp, üzerime yağmurunu bırakacakmış gibi.
Düşünürken bunları, çekiyordum sigaramdan zehirli bir nefes daha, üflüyordum sessizce dumanını, aşamıyordum bu çeperi.
Öyle bir dumandı ki soludukça yakıyordu genzimi. Kararır gibi oluyor gözlerim, bambaşka bir atmosfer örtüyordu zihnimi. Bu atmosferde gömüyordum kendimi.
Boğuluyordum bu şehirde, hatta bu hayatta. Yalnızlık adım olmuştu sanki. Onu koymuştum ismimin yerine. İfşa etmek istemiyordum ismimi. Korkuyordum, ifşa olur, ya o da giderse, diye.
Sevemiyordum artık hiçbir şeyi, hiç kimseyi... Yanıyordu yüreğim, sızlıyordu. Öyle bir sızıydı ki bu, kaynar bir suyun vücutta bıraktığı sızıdan bile öteydi adeta. Beynimden giriyor, sonra kalbime vuruyordu bu sızı. Vücudun en önemli merkezine...
Ne kadar dayanabilirdim bu sızıya? Her vuruşunda bir yankı, her vuruşunda bir patlama çıkarıyordu volkan gibi.
Sonra gırtlağa gelen bir cümle... "Kurtar beni, beni kurtar, al beni de yanına, bırakma beni" diyordu yalnızlık.
Rüzgârla karışıp kulağımı yalamaya devam ediyordu flüt nağmeleri. O nağmeler bile biriyle "bir" olabiliyordu.
Nasıl kurtarabilirdin ki o yalnızlığı? Ancak o acır, o kurtarabilirdi seni.
Hayri Temür