AİLE BAĞLARI
Yağmurlu bir sonbahar akşamıydı.
Koltuğunda uzanmış, televizyonunu izliyordu Selim.
Yorgundu.
Göz kapakları uyku vaktinin geldiğini bildiriyordu.
Yatmaya hazırlanıyordu.
Bu esnada adeta acı acı inleyen bir zil sesi duyuyordu.
Telefonu çalıyordu Selim'in.
"Gecenin bu saatinde de kim arayan. Hayırdır inşallah" dedi ve telefona cevap verdi.
Heyecanlı ve korkulu bir ses vardı telefonun diğer ucunda.
"Amca" dedi yeğeni, yutkundu; boğazı düğümleniyor, konuşamıyordu Cengiz.
Neden sonra konuşabildi ve o elem dolu haberi verdi amcasına.
Amansız bir hastalığa yakalanmış, kanser olmuştu babası.
Doktorlar da pek ümit vermemişti.
"Aslında daha önce haber verecektik; ama babam verdirmedi" dedi Cengiz.
Hastaneye yatırmışlardı kardeşini.
Apar topar gitti İstanbul'a Selim, kardeşini görmeye.
Ne de olsa kardeşti, kanından canındandı.
Atsan atılmaz, satsan satılmazdı.
Yine yağmurlu bir akşamdı hastaneye vardığında.
Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurdan sırılsıklam olmuş, kapı eşiğinde bekliyordu.
Kararsızdı.
İçeri girdiğinde nasıl bir manzara ile karşılaşacağını bilmiyordu.
İçeri girdi.
Yıllar önce sudan sebeple küsüştüğü kardeşini kanserle boğuşurken gördüğünde dargın geçirdiği yılların ne kadar da beyhude olduğunu anladı.
Ne yazık ki o yılların telafisi artık olmayacaktı.
Az bir süresi kalmıştı, doktorların söylediğine göre.
Birlikte geçirdikleri o tatlı çocukluk ve gençlik günleri geçti aklından Selim'in.
İrkildi birden, kardeşinin boynuna nasıl atıldığının farkında bile değildi.
Sarıldı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Bir kovadan su boşalırmış gibi akıyordu yaşlar göz pınarlarından.
İşte o zaman anladılar, kavgaların beyhudeliğini.
İşte o zaman anladılar, her ne olursa olsun aile bağlarının kopmaması gerektiğini.
Ama artık çok geçti.
Son pişmanlık fayda etmezdi.
Hayri Temür